Alışveriş
merkezleri hayatımıza bir girdi, pir girdi. 1988’de İstanbul Ataköy’de açılan
Galleria’nın üzerinden 20 yıl geçti. Şimdi, ülkemizde irili ufaklı 180
civarında Alışveriş Merkezi (AVM) var. Bir o kadarı da 3-4 yıl içerisinde
açılacak.
Büyük
metropollerde başlayan AVM furyası artık tüm şehirlerimize yayılıyor, hatta 5
yıl içerisinde ilçelerimize bile nüfus edecek.
Kalabalıklar
AVM’lere doluşurken, alışveriş ve keyif zamanlarının çoğu AVM’lerde geçerken,
perakende satışların %20’si AVM’lerden yapılırken, yaklaşık 500 bin insan
AVM’lerde çalışırken, Cumartesi günleri Türkiye’nin %8’i AVM ziyaretinde
bulunurken akla şu soru geliyor: AVM’ler toplumsal hayatımızda ve kültürümüzde
değişiklikler yarattı mı? Bir başka deyişle, AVM’ler bizi değiştiriyor mu?
2007’nin
Ağustos ayında NTV’nin web sitesinde okuduğum bir haber, bana yukarıdaki soruyu
sordurdu ve bu makaleyi kaleme almama neden oldu. Haber şöyleydi;
“Giysiden mobilyaya, mutfak
eşyasından, bahçe düzenlemesine kadar aranan her şeyin kolaylıkla bir arada
bulunabildiği, eğlenmek için tiyatrosunda oyun, sinemalarında film izlenebilen,
arkadaş ve dostlarla bir yandan dertleşirken diğer yandan bir şeyler içip,
yemek yenebildiği restoran ve kefeleriyle, her türlü ihtiyacın mekan
değiştirmeden karşılanabildiği bu merkezler, çoktan birer cazibe alanı haline
gelmeyi başardı.
Yorucu bir haftanın ardından iki
günlük hafta sonu tatilinde ne yapacağını şaşıran ebeveyn ve aileler için de
adeta bir kurtarıcı haline gelen bu alışveriş merkezleri, Türk halkının eğlenme
ve dinlenme kültüründe de köklü değişikliklere neden oldu. Daha önce aile
ziyaretleri, komşu gezmeleri ve pikniklerle doldurulan bu tatil günleri, artık
azımsanmayacak sayıda kişinin sabah saat 10.00’da “film izlemeye” diye girip,
yemek yiyip, alışveriş yaparak akşama kadar vakit geçirdikleri yerler haline
geldi.”
Haberi
hazırlayan gazeteci, bayram tatillerini akraba ziyareti için değil de, tatil
köyü ziyareti için değerlendiren halkımızı eleştirenler gibi yaklaşmış konuya.
Ben başka bir açıdan bakıyorum.
Benim
bakış açım; AVM’lerin toplumun stres atma kaynağı, insanların kaynaşma noktası,
ekonominin kalbi olduğu gibi tezleri içeriyor.
Her
ne kadar toplumları var veya yok edenin ekonomik nedenler olduğunu söylesek de
toplumsal dönüşümleri, kültürel geçişleri hep siyasi açılardan ele almaya
bayılırız.
Oysaki değişimin temelinde ekonomik
nedenler yatar ve ekonomin temeli de alışveriştir.
Semt
pazarlarının, alışveriş caddelerinin, çarşıların, esnafların, özellikle de AVM’lerin
kültürümüze, değerlerimize, modernleşmeye, ilerlemeye olan olumlu olumsuz
katkılarını daha çok irdelemeyiz diye düşünüyorum.
Düşüncelerimi
temellendirmek için biraz tarihe dalalım…
Alışveriş
eskiden esnafın bol olduğu caddelerden yapılırdı. Buralara çarşı da denirdi. Haftada bir kurulan semt pazarları da alışveriş için ideal yerlerdi. (Hoş buralara da
“çarşı” denirdi)
Bir Not: Pazarlama
teriminin İngilizcesi “marketing”; “pazara çıkarma”, “pazarda
sunulacak/satılacak hale getirme” anlamına geliyor. Bu terim, semt, kasaba
pazarlarına çiftçilerin ürünlerini getirip satmaları eylemini ifade etmek için
kullanılmaya başlanmış sonrasında günümüzdeki modern anlamına kavuşmuştur. Marketing
kelimesini “Pazarlama” olarak adlandıran İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Mehmet Oluç’tur. Yanılmıyorsam 1950’li yıllarda kullanmıştır.
Eskiden
semt pazarları ve alışveriş caddeleri bulundukları şehrin canlılığını
yansıtırdı. Şehirde yaşamanın (kümelenmenin, burjuva olmanın) avantajıydı
buralar. Aynı zamanda sosyalleşmenin da mekânlarıydı. Toplumsal dokunun
oluşmasında önemli rol oynadılar.
Semt/kasaba/şehir
pazarlarının ve alışveriş caddelerinin ekonomik değerleri de çok yüksekti.
Kârın (katma değerin, sermayenin) oluştuğu yerlerdi. Ticaretin öğrenildiği
yerlerdi.
Türklerin
Anadolu’ya ilk geldiği zamanlarda pazar esnafı genelde ecnebi tüccarlardı. Hem
ipekyolu ve deniz yoluyla gelen/getirttikleri malları satarlardı, hem de
çiftçilerden veya yaylacılardan aldıkları ürünleri satarlardı.
Göçebe
olan, kendi ürettiğini tüketmeyi yeğleyen, kar etmenin gayri ahlaki olduğunu
düşünen Türk insanının ticaretle tanışmasını semt pazarları sağladı. Zamanla
buralarda kendi ürettiklerini veya satın aldıklarını satarak esnaflığı ve
ticareti öğrenmeye başladılar.
Türklerin
göçebelikten yerleşikliğe geçmelerinde, kümeleşmelerinde, kentleşmelerinde
pazarların çok önemli yeri vardır.
Eskiden
sadece üstü açık alışveriş yerleri yoktu, kapalı olanları da vardı. Başta bez
(kumaş) olmak üzere her çeşit değerli eşyanın alım, satımı için yapılmış üstü
kapalı çarşıya “bedesten” denilirdi.
Bedestenler
dünyanın ilk AVM’leriydi. En meşhuru ve en büyüğü Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan
Eminönü’ndeki Kapalıçarşı’dır.
Kapalıçarşı
Osmanlı döneminde İstanbul ekonomisinin kalbiydi. Buradaki dükkânlarda dünyanın
ve imparatorluğun her tarafından toplanmış mücevherler, altınlar, silahlar,
kıymetli kumaşlar, şallar, halılar ve her nevi değerli eşyalar satılmak için
sergilenirdi. Buradaki esnaf şehrin en zengin esnafı idi. Tahmin edebileceğiniz
gibi Kapalıçarşı’nın ilk esnafı ecnebi vatandaşlardı. Zamanla bu esnafların
arasına Türkler de katıldı.
Gelgelelim,
bir ilki yaratan Türkler, Kapalıçarşı (bedesten) modelini geliştiremediler ve
dünyaya ihraç edemediler. Yüzyıllar sonra yurtdışından AVM’yi ithal ettik.
Türkiye’nin
her yerinde pıtrak gibi biten AVM’lerin toplumsal bir dönüşüm sağladığına
inanıyorum.
5
yıl içerisinde toplam perakende satışların %50’si AVM’lerde gerçekleşecek. Yani
Türkiye ekonomisinin kalbi AVM’lerde atacak.
Zaten
bunun farkına varan perakendeciler yapılmakta olan ve plan halindeki AVM’lerin
mağazalarını kiralamak için yarış halindeler. AVM’de yer kapmak çok zor. Şu ana
kadar açılmış AVM’lerde köşesi olan markaların yeni açılacak AVM’lerde yer
bulması daha kolay.
(Bence
AVM’lere giremeyen perakende markaları bir araya gelip kooperatif oluşturmalı
ve kendi AVM’lerini inşa etmeliler.)
AVM’lerin
tüketicilere sunduğu temel avantaj; insanı olumsuz hava koşullarından
kurtarması, türlü ihtiyaçları karşılayabilen mağazaları barındırması, eğlence
ortamı sunabilmesi ve buluşma mekanı olabilmesidir.
Ama
bu avantajdan daha önemlisi sosyal hayatın kalbi olmaya başlamalarıdır.
İnsanların stres attığı, kalabalıklara güvenerek karıştığı, yeni yüzlerle
tanıştığı, sosyalleştiği, trendleri takip edebildiği alanlardır AVM’ler.
Kim
bilir kaç kişi aşkıyla AVM’de tanıştı veya tanışacak, kim bilir kaç kişi
üzüntüsünü-sıkıntısını AVM’de vakit geçirerek atıyor veya atacak.
Toplumun
soluk aldığı, birbiriyle kaynaştığı, birbirini anladığı yer olarak AVM’lerin
sosyal barışa da katkıları olduğunu düşünüyorum.
Özetle;
AVM’lerin ekonomik ve sosyal hayata katkıları konunun uzmanlarınca daha fazla
masaya yatırılmalıdır, diye düşünüyorum.
Bu
tespitlerimden yola çıkarak aşağıdaki önerileri getiriyorum.
1.
AVM’ler
şehrin içinden uzaklaştırılmamalıdır. (Özellikle otomobili olmayan çoğunluk
düşünülmelidir.)
2.
AVM’lerin
otoparkları ücretsiz olmalıdır.
3.
Daha
ilginç ve sosyalleşmeye daha fazla katkıda bulunacak AVM mimarileri ortaya
çıkmalıdır.
4.
Nöbetçi
AVM uygulaması yapılmalıdır. Her gün şehirde bir AVM 24 saat açık olmalıdır.
Son söz: Bir gün gelecek günün herhangi bir anında Türkiye nüfusunun
%25’i AVM’lerde bulunuyor olacak.
Web sitem: www.muratsaylan.com
Web sitem: www.muratsaylan.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder