Herkes birşeyler satarak yaşar. Mal, fikir, duygu... hepsi
satılıktır. Karşılığı, bazısının para, bazısının fikir, bazısının tepkidir.
Hepsinde ortak yan, tarafların “win-win” esasındaki paylaşımlarıdır. İki taraf
da alışverişten tatmin olmuştur. Arz-talep, tatmin açısından dengededir.
Bir işletmenin üç temel aktivitesi vardır;
- Hammaddeyi
almak
- Ürün
üretmek
- Satmak
Satmak, tarih boyunca ekonomik gelişmenin en önemli unsuru
olmuştur. Ama hak ettiği değeri bir türlü alamamıştır. Satmak, akademi
çavrelerinde dahi ihmal edilen ve çok önemsenmeyen bir kavram olagelmiştir. Mesela,
hala Satış Fakültesi veya Pazarlama Fakültesi yoktur. Siyasiler, hatta din
adamları üretmenin önemi ve kutsallığı üzerine hep vurgu yapmışlardır, ama satış
üzerine neredeyse hiç değinmemiştir.
Satışın, insanlık tarihindeki önemini anlatmak için, öncelikle
insanların ve şirketlerin ürettiklerini satma konusunda günümüze kadar
yaşadıkları tarihsel aşamaları özetlemek isterim. Bu 20 bin yıllık özet, bize insanoğlunun
satışa dair yaşadıklarını hatırlatacaktır;
•
Kendi kendine
yetecek üretimi (avcılık, tarım ve hayvancılık) yapan insanlar, aileler, aşiretler,
•
Tüketeceklerinden
daha fazla ürettikleri malları değiş-tokuş yapan insanlar, aileler, aşiretler,
•
Değiş-tokuşu
ve dayanışmayı kolaylaştırmak için köyleşmeler,
•
Değiş-tokuş
için belirli gün ve yerde (pazarda) bir araya gelen insanlar,
•
Pazara sahip
köylerin büyümesi, kasaba ve kente dönüşmesi,
•
Sadece değiş-tokuş
ile uğraşan tüccarların ortaya çıkması,
•
Zenginleşen
tüccarların paralı korumalar tutmaya başlaması,
•
Değiş-tokuş
için tüccarların ve malların daha uzun yol katetmeye başlaması,
•
Zengin
interlandından dolayı büyük hacimli değiş-tokuşlar olan bölgelerde, tüccarların
organize toplumlara (krallıklara) ihtiyaç duyması,
•
Ticareti
korumak ve geliştirmek için kurumlara (krallık, devlet, brokrasi, ordu),
kurumları beslemek için vergilere, vergi gelirlerini artırabilmek için daha
fazla kaynak ve insan gücüne ihtiyaç duyulmaya başlanması,
•
Ticaretin
krallıklar arasında da yapılmaya başlanması,
•
Ticaretin deniz
aşırı da yapılmaya başlanması,
•
Sadece mal
değişimi ile değil, değerli maden değişimi ile de değiş-tokuşun yapılmaya
başlanması. Yani alışverişin ortaya çıkışı,
•
Krallıklar
kendi geleceklerini devam ettirebilmek için tüccarlarının ve toplumlarının
ihtiyaçlarını görmeyi, bu ihtiyaçları karşılamak için plan yapmayı, bu planları
gerçekleştirmek için de organize olmayı gerekli görmeleri (İnsanlığa ilk
ekonomi bakış açısını kazandıran bu aşamadır),
•
Alışverişi
kolaylaştıran ve yaygınlaşan “madeni para”nın keşfi, tüm toplulukları daha çok
üretim yapmaya ve daha organize olmaya itmiştir,
•
Satın
alınabilecek malları ve satacak kentleri bulmak için tüccarlar dünyaya
yayılmaya başlamışlardır,
•
Kaynakların
önemini ve kıtlığını anlayan krallar çıkardıkları savaşlar ile başka toplumları
katletmişler, asimile etmişler, sömürmüşler veya köleleştirmişlerdir. Sonuç
olarak küçük kent krallıklarının yerini büyük krallıklar almaya başlamıştır,
•
Krallıklar
daha komplike kurumlar oluşturmuşlardır. Yeni kaynaklar yaratıcak keşifleri ve
mevcut kaynakları daha verimli kullandıracak buluşları subvanse etmişlerdir.
Böylece daha çok vergi toplayabilecek ve zenginleşebileceklerdir,
•
Tüm
hakimiyetlerine ve kutsallıklarına rağmen sadece tüketmeyi bilen krallıklar,
vergileri iyi değerlendiremediği için ülkeyi iyi yönetememiş ve tüccarlardan
borç almak zorunda kalmışlardır. Tüccarlar da bu borçlar karşılığında imtiyaz
elde etmeye başlamışlardır,
•
Krallıklar
arasındaki ticareti imtiyazlı tüccarlar yürütmüş ve krallıklar arası siyasete
de etki etmeye başlamışlardır,
•
Değerli maden
taşımanın riski artınca ve kıtlığı yaşanınca, değerli maden yerine geçen kağıt
parayı (banknote, senet) keşfetmişlerdir. Bu keşif, banka, kredi ve para
transferine yol açmıştır,
•
Banknote’ların
(banka belgelerinin) mal almaya yaramsı ile birlikte ticaret daha da gelişmeye
başlamıştır,
•
Tüccarlar
paralı talebin olduğu bölgelere ulaşmak için dünya çapında bağlantılar kurmaya
başlamışlardır,
•
Üreticiler,
tüccarlardan gelen talebi karşılamak için atölyelerini fabrikaya
çevirmişlerdir,
•
Belli bir süre
sonra üreticiler tüccar kimliğini de kazanıp daha karlı gelirler elde
etmişlerdir,
•
1930 yılına
kadar üreticiler, ürettiklerini sıkıntısız olarak satmaya devam etmişlerdir. Bu
karlı süreç “Büyük Buhran” ile sona ermiştir.
1930’lara kadar, satış kendiliğinden gerçekleşen doğal bir
iş eylemi gibi görünürken,
Büyük Buhran’dan sonra firmalar, satışlarını artırmak için, satış
ekipleri oluşturmuşlar, ürünlerinin kalitesini artırmışlar, tanıtım
faaliyetlerine girmişler, satın aldırmaya odaklanmışlar ve marka değeri
yaratmaya çalışmışlardır.
Kuşkusuz ki, günümüzde modern bir firma, 1930’dan sonra
satışa dair geliştirilen bütün modelleri içiçe kullanmaktadır.
Satış, bir şirketin en önemli ve hayati eylemlerinden
biridir. Bir satışçının ikna ve etkileme gücü yüksek olmalıdır. Ama satış,
sadece satış elemanlarının edinmesi gereken bir yetenek değildir. Çalışan
herkesin satış konusunda bilgi ve becerilerini artırması gerekir.
Pazarlamacılar ve tanıtımcılar satış konusunda bilgi edinmek
gibi ekstra bir istek duymazlar. Halbuki reklam, halkla ilişkiler, promosyon vb
aktivitelerin amacı satışı artırmaktır. Reklamcı da satış ekibinin bir
üyesidir. Ama reklamcılar kendilerini satıştan sorumlu tutmazlar. Çoğu
mesleklerine sanatsal açıdan yaklaşırlar, reklemlarda hedef kitleyi eğlendirmek
onlar için kâfidir. Satın aldırmayı beceremeyen reklamlar, mikro ve makro
düzeyde ekonomiye zarar vermektedir.
Satmak, her geçen gün zorlaşmaktadır. Artık, satın alacak
insanı bulmak, üretim becerisini edinmekten daha önemlidir. Bolluk çağını
yaşadığımız günümüzde, önünde birçok alternatif bulunan alıcıları ikna etmek
çok zorlaşmıştır. Bu zorluk biz Türkler için iki kat daha fazladır.
Satmak fiili dilimizde kötü yan anlamlara sahiptir.
Arkadaşını satmak, ülkeyi satmak, satışa getirmek... gibi deyimler, Türklerin
kabiliyet genlerinden satışçılığı çıkarmıştır. Satma eyleminin kazanç getirmesi
atalarımızı kültüründe ayıplanırmış. Belki de bu yüzden fason üretim aşamasından
marka ürün satışına geçememişizdir.
Sadede gelmem gerekirse, tüccar kesimini zaten
palazlandıramamış, satış aşamasını içine sindirememiş Türk İş Dünyası,
pazarlamanın hangi enstrümanlarını kullanırsa kullansın dış ticaret dengesini
lehine geliştiremeyecektir, dünya markaları yaratamayacaktır.
Web sitem: www.muratsaylan.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder