Marka yönetiminde
birbirine bağlı pek çok unsuru bir arada düşünmek ve tüketiciyle duygusal bir
bağ kurmak oldukça önemli. Marka rekabetinin giderek daha da yoğunlaştığı
günümüz perakende sektöründe tüm markalar için önemli olan global düşünüp yerel
hareket edebilmek. Firmalar hedef kitlelerini doğru bir şekilde belirleyip,
çizgilerinden çıkmadıkları sürece markalaşma adına önemli adımlar
atabiliyorlar. Marka yönetimi konusunda danışmalık hizmeti veren Referans
Noktası firmasının kurucusu Murat Saylan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide
dünya markalarından ve perakende sektörünün tanıdık oyuncularından örnekler
vererek, doğru marka yönetiminin başarıdaki önemini konuştuk.
Bize biraz
kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat bölümü mezunuyum.
Mezun olur olmaz reklam dünyasına girdim. 1996 yılında stajyer yazar olarak
girdiğim reklam dünyasından 7 yıl sonra 2003 yılında kreatif direktör olarak ayrıldım.
Reklamcılığımın son yıllarında yani kreatif direktörken bazı firmalara
dışarıdan marka yönetimi ve pazarlama iletişimi üzerine danışmanlık yapıyordum.
Baktım ki bu işten keyif alıyorum ve daha fazla kazanıyorum, reklamcılığı bıraktım
ve Referans Noktası’nı kurdum.
Marka yönetimi
konusunda verdiğiniz danışmanlık hizmetinden bahseder misiniz?
Marka yönetiminde, firmalara marka performansını ve değerini
nasıl yükseltebilecekleri, rakiplerinden nasıl farklılaşabilecekleri, satışları
nasıl arttırabilecekleri ve pazarlamada nasıl daha etkin olabilecekleri
konusunda danışmanlık yapıyoruz. Marka oluşturmayı düşünenlere; markanın
konumlandırmasından tutun isminin bulunmasına, pazara lanse edilmesine kadar
nasıl ilerlemeleri ve reklam, halkla ilişkiler, doğrudan pazarlama, sponsorluk
gibi konularda ne yapmaları gerektiği gibi konularda yönlendiriyoruz. Herhangi
bir tasarım ve etkinlik hizmeti vermiyoruz. Bizim işimiz marka yönetimi adına
araştırma ve inceleme yapmak, strateji belirlemek ve planlamak.
Marka yönetimine
neden ihtiyaç var?
Marka yönetimi özellikle bir firmanın elinde birden fazla
marka varsa önem kazanıyor. Çünkü elinizdeki markaları birbirinden
ayrıştırmanız ve farklı yerlere konumlandırmanız gerekiyor. Her bir markanın
sanki tek başına bir firmaymış gibi yönetilmesi gerekiyor. Marka yönetimini dünyaya
lanse eden, P&G’dir. P&G, FMCG grubunda birçok ürünü olan ve dolayısıyla
birçok markası olan firmadır. Hiçbir markasını birbirine karıştırmamak için marka
yönetimi anlayışını yaratmıştır. P&G’nin şampuan alanında 4-5 tane markası
vardır ama tüketici bu ürünleri hep birbirine rakip olarak görür. Bu şampuan markalarının
farklı konumlandırmaları, farklı hedef kitleleri, farklı pazarlama ekipleri,
farklı reklam ajansları vardır. Marka yöneticisi sanki o markanın sahibi gibi, markasını
yönetir.
Marka yöneticisinin
markalaşma sürecindeki çalışmalarından bahseder misiniz?
Marka yöneticisi markanın hemen hemen her şeyinden
sorumludur. Bir marka yöneticisi sorumlu olduğu markanın hangi yönlerinin nasıl
geliştirilmesi gerektiğinden, nerelerde satılması gerektiğine, fiyatlamasının
ne olması gerektiğinden, promosyonuna kadar etkide bulunur. Fiyat taktiklerini
rekabete göre ayarlar, reklam ve tanıtım faaliyetlerini organize eder ve sorumlu
olduğu markanın rakiplerinden ayrışması için çalışır. Markanın tüketicinin
gözünde fark edilir ve talep edilir olmasını sağlayan yöneticidir.
Peki, marka nedir,
tanımlar mısınız?
Herkes marka bir ürünün ismidir der ama her isimli ürün marka
değildir. Biz marka deyince markalaşmış üründen bahsediyoruz. Bir ürünün ederi
10 liraysa ve aynı özelliklere/kaliteye sahip piyasada rakip ürünler olmasına
rağmen siz onu ederinden daha pahalıya satabiliyorsunuz o ürün markalaşmış
demektir.
Marka, isimden öte üzerinde duygusal faydası olan ve bu
duygusal faydaya ekstra para ödediğimiz üründür. Bu duygusal değeri yaratmak
için de sürekli bir farklılık ortaya koymanız lazım. Kalite demiyorum,
farklılık ortaya koymanız lazım diyorum. Marka olmak demek ille de kalitede önde
olmak demek değildir, algılarda önde olmaktır.
Uzmanlar insanların beyninde 7 çekmece olduğunu
söylüyorlar. İşte o yedi çekmeceye
girdiyseniz markalaşmaya başlamışsınız demektir.
Bir markanın iyi
yönetilmesi veya kötü yönetilmesi, bir işletmeye ne gibi olumlu veya olumsuz
sonuçlar getirir?
Kötü yönetilen markalar sürekli fiyat rekabetine sokulurlar.
Fiyat rekabeti yapıyorsan kardan feragat ediyorsun demektir. Piyasada da senden
daha fazla fiyat kıracak mutlaka deli birileri vardır. Markanı onlarla
yarıştırırsan ne olduğunu anlamadan iflasa sürüklenirsin. İndirim rekabetinden
dolayı zarar ettiğinizi fark ettiğinizde iş işten geçmiş olur. Kötü marka
yönetimi yapan firmaların aklına hemen fiyat rekabeti gelir.
Kötü yönetilen markalar herkesi hedefler. Marka yönetiminde
tüm insanları hedeflememeniz lazım. Belli bir kitleyi hedeflemeniz lazım. Herkese
satmaya çalıştığınız zaman iyi marka yönetimi yapamazsınız. Markanıza herkesi
davet ederseniz hiç kimse üzerine alınmaz. Hiç kimse markanıza gelmez. Ama
segmentasyon yaparsanız, tanımlı bir hedef kitleye konumlandırırsanız markayı,
o kitle hipnotize olmuşçasına markanıza gelir. O kitleden etkilenen etraftaki
kitle de markanızdan alışveriş yapmaya başlar. Herkese seslenen markalar kimliksiz
ve kişiliksizdir. Bu yüzden dikkat çekmezler. Tanımlı bir gruba seslenen
markalar kimlikli ve kişiliklidir. Herkesin dikkatini çekerler.
Evet, çok geniş kitleleri hedefleyen CocaCola, Algida,
Turkcell gibi markalar vardır. Ama onlar bile alt markalar yaratarak
segmentasyona giderler.
Marka yönetiminde
uluslararası markaların girdikleri ülkelerde o ülkenin, alışveriş alışkanlıklarına
göre stratejik değişiklikler olabiliyor mu?
Dünyada genelde her marka bir segmente odaklanır. O marka
Türkiye’ye geldiğinde benzer segmente oynar ama mutlaka o segmentin önceden araştırmasını
yapar. İnsanların ne istediğini, hedef kitleye nasıl seslenmesi gerektiğini ve
nasıl bir dil geliştirmesi gerektiğini belirler. Think Global Act Local (Global
düşün, yerel hareket et) düşüncesinde olduğu gibi, ses tonunu o ülkeye göre ayarlamak çok önemli.
Ama bunu her marka yapıyor diye bir şey de yok. Mesela Levi’s ses tonunu
ayarlamaz, ayarlamaya kalktığı zaman da olmaz. Reklamları ve modelleri tüm
dünyada aynıdır.
Peki Coca Cola’nın
Zero’yu önce Türkiye’de denemesini marka yönetimi açısından nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz aslında Coca Cola’nın şekersiz, az kalorili
içeceği yıllardır Coca Cola Light’tır. Ama Light’a yurt dışında kadınlar ve
erkekler aynı tepkiyi verirken, Türkiye’de erkeklerin, daha çok kadınların
elinde olması nedeniyle CocaCola Light içmediklerini tespit ettiler. Böylece
sağlığına önem veren ama CocaCola Light içmeyen erkekler için CocaCola Zero’yu
çıkardılar ve demeçlerden anladığımıza göre çok başarılı oldu.
Marka yöneticisi bir ressam gibi “ben çizerim, beğenen
beğenir, alan alır” anlayışıyla davranamaz. Bir ürün çıkarırsın ortaya ve
hedef kitlen o ürünü almıyorsa, senin o ürünü tüketicinin beklentisine göre
eğip bükmen gerekir. Çünkü marka yönetiminin esası kar yönetimidir. Markanızı
da ancak tüketicinize satarak kar ettirebilirsiniz. Coca Cola portakallı içecek çıkarır, adına
Fanta der, gazoz çıkarır adına Sprite der. Bunların hepsi doğru marka
yönetimidir. Bizdeyse Uludağ markası altında kola, gazoz, gazlı portakal, soda
ve en son limonata çıkarabilirsiniz. Uludağ ulusal hatta yerel bir marka olduğu
için bu şimdilik yapılabilir, ama global oyuncu olmasını engeller. Ülker grubu
CocaCola’ya yakın bir strateji izlediği için daha başarılıdır. Kolasının adı
ColaTurka, gazozunun adı Çamlıca, gazlı portakallı içeceğinin adı Sunny’dir.
Demem o ki; bir markanın içine ne kadar fazla ürün sokarsanız o marka o kadar bulanıklaşır.
Şu anda özellikle
perakende sektöründe inanılmaz bir rekabet var. Doğru marka yönetiminin bu
rekabette nasıl bir etkisi olabilir?
Bizde perakende sektöründe, özellikle hazır giyimde markalar
başlarken iyi bir çizgi yakalıyorlar, tutarlı bir koleksiyon çıkarıp bölümlü
mağazalarda corner’lar ediniyorlar veya tek mağaza açıyorlar. Birileri bu
tutarlı duruşa cevap veriyor ve alışveriş yapmaya başlıyor. Bu markanın sahibi bu
aşamada markasının standartlarını yazmalı. Büyümek istediğinde bu standartların
dışına çıkmamalı. Oysa ne oluyor? Baktı ki corner’ları iyi veya mağaza
başarılı, daha büyük bir mağaza daha açıyor. Daha büyük mağazayı doldurmak daha
fazla koleksiyon gerektirdiği için, başta sadece kadına hitap eden mağaza
erkeğe ve çocuğa da hitap etmeye başlıyor veya başta sadece casual kıyafetler
satmak için yola çıkan mağaza yeni mağazayı doldurabilmek için spor, abiye ve
iş kıyafetlerine de giriyor. Odağını kaybettiği için zamanla müşterisini de
kaybediyor. Sonra kayıplar ardı ardına geliyor; kalite kaybı, fiyat
rekabetinden dolayı kar kaybı, derken kepenkler kapanıyor. Oysaki moda markası
sadece bölümlü mağazalarda corner’lara sahipken veya tek bir mağazası varken
başarılı olmasının altında yatan nedenleri iyi tespit etseydi şunu görürdü;
tanımlı bir kitle senin markanla bütünleşmiş, senden sürekli alışverişe
geliyor. Koleksiyonların, mağaza büyüklüğün ve atmosferin bu kitleye uygun. Bundan
sonra tek yapman gereken bu işi olduğu gibi klonlamak. Yani hedef kitlenin
olduğu başka yerlerde de corner ve mağaza açmak. Ama daha büyük ve daha farklı
ürünleri satan mağaza açmak değil.
İster hazır giyim olsun ister market olsun, ister pastane
olsun bakıyorum Türkiye’deki zincir mağazaların hepsinin büyüklüğü birbirinden
farklı. Aynı markanın 50 metrekarelik mağazası da var 500 metrekarelik mağazası
da var. Bu yanlış. Böyle marka yönetemezsiniz. Şu anda bu markaların satıyor
olması beni yanlışlamaz. Rekabet yerli yerine oturduğunda bu ucube mağaza zincirleşmesi
markaya zarar verir. Bu görüyoruz ve anlaşılan bir süre daha görmeye devam
edeceğiz.
Bir de marka yöneticilerimiz çok tutarsız. Esen rüzgara
hemen kapılıyorlar. Örnek vermem gerekirse, diyelim ki hedefleri de 30-40 yaş
arası. Mağazadan içeri 30 yaşın altında biri girip bir şey alınca ya da 40
yaşın üstünde biri girip bir şey alınca hemen akıllarına, 30 yaş altına veya 40
yaş üstüne de üretim yapmak geliyor. Bir erkek mağazaya eşiyle giriyorsa,
mağazaya kadınlar da geliyor diyerek kadına yönelik üretime de geçiyorlar. İşte
bu markayı bulandırmaktır. Aslında 30 ile 40 yaş arasına odaklandığı ve bir çizgi
yakaladığı için 20 yaşın altındakilerin de gelip ondan ürün aldığının farkında
olmuyorlar. Tüketiciler tam da “bu marka benim markam” demişken markayı
sulandırmış oluyorlar. Sonuç olarak çekirdek hedef kitleyi kaybetmeye başlıyorlar.
Buna en iyi örnek olarak Silk & Cashmere’i verebilirim. İsmi harikadır ve yıllardır
onu bu noktaya getiren ismi ve odaklandığı alandır. İpek ve kaşmir ürünler
yapar. Şimdiyse yünlü, pamuklu, penye derken her şeyi yapmaya başladı. Eğer
başka alanlara gireceksen başka bir marka daha yarat. Bunu Boyner Grubu çok iyi
yapıyor. Boyner Grubu iş dünyasına Altınyıldız markasıyla kumaş üreterek
başladı. Altınyıldız adında mağaza açmaya karar verdiler ama son anda bunun
yanlış olacağının farkına vardırlar ve yaratacakları markaya Network dediler. Doğru
marka yönetimi budur. Eğer başka bir alanda fırsat görüyorsanız onun için
yepyeni bir marka yaratmanız gerekir. Türk insanı bundan korkuyor, marka
yaratmaktan korkuyor. Marka yaratmaktan korkmaya gerek yok çünkü Türkiye marka
konusunda henüz doymamış bir pazar.
Türk perakendecisi
marka yaratmaktan korkuyor mu yoksa marka yaratmayı bilmiyor mu sizce?
Marka yaratmaktan korkmuyorsan, yaratmayı da, yönetmeyi de
bilmen lazım. Bizde cahilin cesaretin var. Marka yaratmayı ve yönetmeyi
araştırmadan, öğrenmeden bu işe soyunuyorlar. Özellikle yurtdışına hazır giyim
üretimi yapan iş adamlarımız bu hataya çok düşüyor. Üretim ile perakendecilik
birbirinden 180 derece farklı iş kollarıdır.
Marka yaratma ve yönetmeyi incelemeden atılan adımların sağlıksız
olduğu aşikâr. Eskiden rekabet az olduğu için perakendeye girenlerin başarılı
olması daha kolaydı. Ama şimdi her şeyi daha sık eleyip dokumalısınız. Hedefli
ve planlı hareket etmelisiniz. Marka yaratmadan önce o markayı nereye
konumlandıracağını bilmen ve çizgisini de bozmaman gerekir.
Marka yaratmada ismin önemi nedir?
Markanıza iyi bir isim koymak alabileceğiniz en önemli iş
kararıdır. Örneğin, marketlerin en büyük hatası şu; Anadolu’da bir sürü yerel
market var ve herkes soyadını kullanıyor. Soy isminin okunması kolaysa buna bir
şey demem ama Tellioğulları, Güdükoğulları, Bebişgiller gibi yazılması da
okunması da zor ve komik bir soy ismin varsa bunu koyma kardeşim. İleride
sayısı yüzleri geçen bir market zincirine dönüşebilecekleri, hatta daha da
ileride bu market zincirini yurt dışına yayabilecekleri akıllarına bile
gelmiyor.
Çarşı mağazalarının adı içinde bulunan “ç ve ş” harfleri
nedeniyle Boyner oldu. Çarşı çok güzel bir isimdi. Boyner de çok güzel bir
isim. Yalnız Boyner ailesi şöyle bir hata yaptı; ileride markayı satmaya
kalkarlarsa ne olacak? Başkası Boyner adını almak isteyebilir mi? Sonuç olarak
mağazalarını satacak belki ama markasını satamayacak. Daha az paraya devir
işlemi gerçekleşecek. Keşke başka bir isim koysalardı. Kolay satılabilir ve
alınabilir bir isim.
(Bugün Coca Cola’nın yeryüzündeki mal varlığının 24 milyar
dolar olduğu söyleniyor ama markasının değeri 70 milyar dolar. Yani bu marka
tesislerini ve diğer görünür varlıklarını değil de sadece isim+logosunu 70
milyar dolara satabilir)
Komili ailesi sabun ve zeytinyağı işine girdiklerinde her
ikisine de aile soyadlarını verdiler. Komili güzel bir isim, buna itirazım yok.
Ama Komili ailesi sabun ve zeytinyağı markalarını ayrı ayrı şirketlere
sattılar. Şimdi ortada iki Komili markası var. İki ayrı firmaya ait.
Başka bir isimlendirme hatasından bahsedeyim. İl ismini alan
hiçbir otobüs seyahat firması fazla büyüyemez. Sadece ili ile üç büyük il
arasında yolcu taşımaya mahkumdur. Adı Denizli Seyahat veya Erzurum Seyahat
olan bir firma Anakara- İstanbul veya Trabzon-Diyarbakır seferi organize
edemez. Ama adınız Ulusoy ise, Varan ise, Metro ise Türkiye’nin her yerinden
her yerine yolcu taşırsınız.
Bir de yer ismi koymak meşhur. Sarıyer Marketleri, Mardin
Marketleri vb. İsimden vizyon anlaşılıyor. Bu marketler kurulurken bulundukları
bölgenin dışına çıkmayı akıllarından bile geçirmemiş. Doğal olarak da dar bir
bölgenin marketi olarak kalıyorlar.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim artık bir markaya isim
bulmak da zorlaştı. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca,
İspanyolca ve Latince sözlükleri üst üste koysanız 1 milyon kelime anca eder.
Şu anda dünyada tescilli marka sayısı 50 milyonun üzerinde. Peki ne yapmak
gerekiyor? Artık isim türetmeniz gerekiyor. Örneğin, Sony ve Kodak türetilmiş
isimlerdir ve gayet de şıktırlar.
Tüketicisiyle ilk
tanışmasında reklamın gücünden yararlanan ürünü tüketiciye benimsetmek ve
kullanıcısıyla arasında duygusal bir bağ kurarak marka haline getirmek için
nasıl bir yol izlenmelidir?
Tüketiciyle bağ kurmak için satış noktasındaki sunum ve ağırlama
önemlidir. Tüketici satın alırken iyi bir deneyim yaşarsa markadan kolay kolay
kopamaz. Tabii CRM uygulamaları da devreye sokulmalı. Yani müşterinizi
hafızanıza almanız ve onu tanıdığınızı ve ona önem gösterdiğinizi belirten
eylemlerde bulunmanız gerekir. E-mail göndermek, SMS atmak, alışverişlerinden
dolayı puan kazanmalarını sağlamak gibi eylemlerden bahsediyorum.
Ayrıca kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ve sponsorluklar
da müşterinizle bağ kurmak için önemlidir. Tüketici senin markana daha fazla
para ödüyor ama en azından ödediği parayla sosyal sorumluluk projelerine katkı
sağladığını ve parasının bir kısmının topluma geri döndüğünü düşünmek istiyor. Bundan
dolayı markalar STK’lar sponsor oluyorlar, spor takımlarına veya sporculara
sponsor oluyorlar.
Son olarak, marka
yönetiminde bütünleşik pazarlama iletişimi kavramından biraz bahsedebilir
misiniz?
Marka yönetiminin birçok ayağı var; tüketicilerden alınan
feedback’lerle ürünün yenilenmesi, ürünün doğru fiyattan satılması, konjonktüre
göre fiyatlandırılması ve/veya hediyelendirilmesi, satış noktalarının
çeşitlendirilmesi, farklı satış kanallarına farklı ürünlerin sunulması… gibi. Bir
de tanıtım ayağı vardır; reklam, etkinlik, sponsorluk, medyada görünürlülük, doğrudan
pazarlama, web tanıtım, halkla ilişkiler vs. Tüm bunlar pazarlama iletişiminin
parçasıdır. Bu parçaları senkronize bir şekilde yönetmek, koordine etmek
gerekir. İşte buna bütünleşik pazarlama iletişimi diyoruz.
Spotlar:
* Bir ürünün ederi 10 liraysa ve aynı özelliklere/kaliteye
sahip piyasada rakip ürünler olmasına rağmen siz onu ederinden daha pahalıya satabiliyorsunuz
o ürün markalaşmış demektir.
* Marka, isimden öte üzerinde duygusal faydası olan ve bu
duygusal faydaya ekstra para ödediğimiz üründür. Bu duygusal değeri yaratmak
için de sürekli bir farklılık ortaya koymanız lazım. Kalite demiyorum, farklılık
ortaya koymanız lazım diyorum. Marka olmak demek ille de kalitede önde olmak
demek değildir, algılarda önde olmaktır.
* Marka yöneticisi bir ressam gibi “ben çizerim, beğenen
beğenir, alan alır” anlayışıyla davranamaz. Bir ürün çıkarırsın ortaya ve
hedef kitlen o ürünü almıyorsa, senin o ürünü tüketicinin beklentisine göre
eğip bükmen gerekir. Çünkü marka yönetiminin esası kar yönetimidir. Markanızı
da ancak tüketicinize satarak kar ettirebilirsiniz.
* Eğer başka bir alanda fırsat görüyorsanız onun için
yepyeni bir marka yaratmanız gerekir. Türk insanı bundan korkuyor, marka
yaratmaktan korkuyor. Marka yaratmaktan korkmaya gerek yok çünkü Türkiye marka
konusunda henüz doymamış bir pazar.
* Çarşı çok güzel bir isimdi. Boyner de çok güzel bir isim.
Yalnız Boyner ailesi şöyle bir hata yaptı; ileride markayı satmaya kalkarlarsa
ne olacak? Başkası Boyner adını almak isteyebilir mi? Sonuç olarak mağazalarını
satacak belki ama markasını satamayacak. Daha az paraya devir işlemi
gerçekleşecek. Keşke başka bir isim koysalardı. Kolay satılabilir ve alınabilir
bir isim.
Web sitem: www.muratsaylan.com
Web sitem: www.muratsaylan.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder