6 yıldır reklamcılık sektörünün içindeyim. Yerli, yabancı
reklamları iyi takip ederim. Hafızam da iyidir. Hangi iş orjinal, hangisi
esinlenme, hangisi pişti çoğunlukla bilirim. Bugüne kadar, o kadar çok taklit
iş gördüm ki, reklamcılıktan soğudum, reklamcılardan da ürktüm diyebilirim.
Ne tür taklitler var?
Taklitte en populer olanı yabancı reklamları taklit etmek.
Özellikle de Archive ve Shots’lardakileri. Nasıl olsa reklamveren ve
tüketicileri bu reklamları takip etmiyor. Fikir haklarını koruyan kanunlarımız
da yetersiz olduğuna göre, hiçbir engel yok görünüyor. Üstelik itiraz gelirse
“aklın yolu birdir” pişkinliğine başvuruluyor. Ve bu makul görülüyor. Eee, o
zaman! Aşırt gitsin.
Yerli ve yabancı eski reklamları taklit etmek de revaçta.
“Nasıl olsa herkes unutmuştur” düşüncesiyle bol bol kullanılıyor. Bir de,
reklamcı arkadaşlarının hayata geçmemiş fikirlerini taklit edenler var. “Nasıl
olsa hayata geçmedi, benim fikrim olmadığını kim ispat edebilir ki” aymazlığı
ile yapılıyor.
“Olsun canım, taklitten ne çıkar? Alan razı veren razı. Hem
sektör de büyümüş oluyor” diyenler de var. Bunlara ise benim ne sözüm yeter, ne
de beddualarım.
Bir de, esinlenme olayı var. “Biz taklit etmedik,
esinlendik”. “Bakın reklamımız birebir aynı değil; kadraj farklı, şu farklı, bu
faklı... Sadece fikir benzerliği var”. Esinlenme sanki taklitten daha az
ayıpmış gibi, bir de savunulur. Bu esinlenme “nerde başlar, nerde biter” bilen
varsa beri gelsin!
İster esinlenme düzeyinde olsun ister pişti düzeyinde, bu
benzerliklerin çokluğuna ve kaynağına bakıldığında “aklın yolu bu kadar da bir
olamaz” dedirtiyor insana. Bu düpedüz kalpazanın para kazanma şekliyle aynı.
Bu konuda sadece ajansları suçlamıyorum. Köşeye sıkışmış,
yaratıcılık kuyusunun kuruduğunu zanneden yaratıcılar “çaktırmadan” ajanslarına
da reklamverenine de yutturarak taklit işlerini mecraya sunabilmektedir.
Kısacası, bazı ajanslar reklamvereni aldatarak kolay yoldan
başarıya ulaşıyorlar. Dünyadan habersiz reklamvereni kandırarak haksız rekabet ediyor
ve kazanç sağlıyorlar.
Taklit reklamlar, sınanmış fikirlerden devşirildiği için,
apartıcıları zaten, durumdan bihaber reklamverenler tarafından maddi ve manevi
ödüllendiriliyorlar. Üstelik bunların çoğu yarışmalarda bile, bile bile ödüllendiriliyorlar.
Hadi, taklit işler reklamverenin gözünden kaçtı, reklamcıların gözünden niye
kaçıyor, ben bunu anlamıyorum.
Bu durum, şu hikayeye benziyor; Suçlu “ilk taşı bana en
suçsuzunuz atsın” demiş, hiçkimse suçluyu taşlayamamış.
Sanırım, bu konuda her reklamajansının bir falsosu
(isteyerek yada istemeyerek) var. Yoksa, bu kadar aleni ve yüzsüzce ve sürekli
taklit iş çıkararak haksız rekabet yapan ajansları çoktan yerin dibine
geçirmeleri, pazardan silmeleri ve yarışmalardan afaroz etmeleri gerekirdi.
Ama nedense bu olgunun üzerine gidilmemektedir. Kol kırılır
yen içinde kalır havası hakimdir. Reklamcılığın üzerindeki bu belayı kaldıracak
ya da en aza indirecek bir çözüm üzerinde hiç kimse kafa yormamaktadır.
Neden taklite karşı daha çok sesimiz çıkmıyor?
Ancak kendi işleri taklit edildiğinde reklamcıların itiraz
sesinin çıktığını görüyoruz. (Hele hele taklit edilen değilsek susmayı
yeğleriz.) Taklit eden ve edilen yurt içindeyse, sektör dergilerimizde şikayet
ve savunmalar zaman zaman yer almaktadır. Bazen de reklam eleştirmenlerimiz
yakalayabildikleri apartmaları yazmaktadırlar. Peki ya sonuç? Tatmin edici mi? Caydırıcı
mı?
Reklamcılığımızı bu illetten kurtarmalıyız.
Dünyada yılda 3 milyon reklam filmi, belki yüz milyon tane
de ilan yayınlanmaktadır. Bu yüzden takliti tespit etmek güçtür. Ama tespit
edebilen bir göz mutlaka vardır. İşte bu gözün tüm sektörü uyarabilmesi için
bir “Taklit Vaarrr” birimi kurulmalıdır.
Evet, yanlış duymadınız, yapılacak tek şey var. Taklit
işleri afişe eden bir birim kurmak. Bu hem reklamcıların kendine çeki düzen
vermesini sağlayacak hem de çürük dişlerin aramızdan kendiliğince ayrılmasını
sağlayacaktır.
Reklamverenler Derneği ve Reklam Özdenetim Kurulu böyle bir
departmanı kurmalıdır. Esinlenme nerede biter, taklit nerede başlar? Esinlenmenin
sınırları bu departmanca belirlenmeli ve açıklanmalıdır. Taklitin
yaptırımlarını da belirlemelidir. Masanın her iki tarafında çalışanlar taklit
işleri buraya kanıtlı kanıtsız bildirmelidir. Bu birim de söz konusu
ihbarı/şikayeti araştırmalı, tarafların savunmasını istemeli ve
benzerliği/taklidi internet sitesinde yayınlamalıdır.
Bunun adına ne derseniz deyin, ister ispiyonculuk, ister
reklam polisliği... Reklamcılığımız taklit virüsünden kurtulasıya kadar bu
önlemi almak zorundayız.
Atacak kurşunu kalmamış rekamcılara şunu söylüyorum. Yavan
fikirler çalıntı fikirlerden daha değerli ve onurludur. Arada sırada da olsa
taklite yeltenmeyin. Aradığınız çarpıcı fikirler o güzelim nöronlarınızda var.
Bol bol beyin fırtınası, beyin cimnastiği yapın. Sadece kendi aklınızı değil,
çalışma arkadaşlarınızın da aklını kullanmayı öğrenin. İnsana güvenin,
kendinize güvenin. Her zamankinden daha çok ıkının. Emin olun ki taklit etmeye
yeltendiğinizden çok daha parlak fikirler çıkarabilirsiniz. En kötü fikir bile
taklitin onursuzluğundan daha iyidir.
Yazımı, yıllar önce taklit bir yaratıcılığın sahibi
reklamcıya Marketing Türkiye’de yazdığım eleştirinin son paragrafları ile
bitiriyorum.
“Bu olaydan ben şu
dersi çıkardım; yurtdışından bir fikri gönül rahatlığıyla Türkiye sınırları
içinde kullanabilirsiniz. İtiraz edeni de “ham” yaparsınız. Ne de olsa, bu
ülkede yavuz hırsızlar evsahibini bastırır. (Ben yine de bu ünlü reklamcımızın
basiretinin bağlandığını düşünmek istiyorum)
Taklitçiliğin bir
bitiş noktası olduğunu düşünüyorum, ama her nedense bu ülkede her türlü
olumsuzluk, çıkış noktası oluyor. Eee, dışarısı kışken, içerisi yaz olmuyor.
Böyle ülkeye böyle reklamcılık. (Yoksa, böyle reklamcılıktan dolayı mı, böyle
bu ülke?)
Artık reklam
sektöründeki gençlerin “reklam etkin mi
olsun, yaratıcı mı olsun ya da karışık mı olsun” diye beyinlerini
patlatmasına, “nedir ulan bu pazarlama,
iletişim, marka yönetimi, strateji, yaratıcılık” diye kitaplar
karıştırmasına, “ticari etik değerlere,
tüketici haklarına, fikir haklarına” sahip çıkmasına gerek yok. Karıştır
yabancı yayınları, izle “shots”ları, seç iyi fikirleri, uygula. Oh ne ala!
Hem satışları
artıracak, hem markayı kafalara kazıyacak, dillere destan, süper etkin, mega
yaratıcı, çaktırmadan ajansın reklamını da yapan, kristal elmalık, kısacası çok başı mamur bir reklam yapmak hemen
hemen her reklamcının rüyasıdır. Bu öyle bir rüyadır ki, bazılarımızın gözünü
karartır. Çünkü işin ucunda para, ün, kariyer, prestij, imaj, kristal elma ve
daha pek çok avanta vardır. (Gel de gözü kara reklamcı olma!)
Biliyoruz reklamcılar
korkusuz insanlardır. Ama korkusuz olmakla arsız olmak arasındaki ince çizgiyi
de görebilmek gerekiyor. “Erdemli olmak
yada olmamak” işte bir reklamcı için bütün mesele bu.
Ben yine de benim gibi
genç arkadaşlara “ yaratıcılığınıza güvenin, insana güvenin” diyorum. Eve
gidince annenize reklamcı olduğunuzu söyleyebilin diyorum. Reklamın da,
reklamcının da iyisi kötüsü olur diyorum. Saflarınızı alın, hesaplaşmanızı
yapın. İlk önce de şu soruyu sorun kendinize, diyorum; Reklamcı, sen nesin? (Aziz Nesin’in kulakları çınlasın) Bir çok
gencin gıpta ettiği, girmek istediği sektörün temsilcisi, sen nesin?
Web sitem: www.muratsaylan.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder